Harda hurda, eşeği yedirdik kurda,
Altmış tarla buğday.
Yedim karnım doymadı.
Denizi çorba ettim.
Gemiyi kepçe ettim,
Yedim, içtim, yüzüm gülmedi.
Yediler yemiş, parayla biter her iş...
Akdeniz'in martısı,
Karadeniz'in haritası,
Zeytinyağının tortusu.
Hoştur pilavın yoğurtlusu...
Akdeniz yağ olsa,
Karadeniz bal olsa,
Karnımızın bir tarafını doldurmaz.
ya bir kaz dolması,
ya bir ördek kızartması olsa,
belki doyarız.
Evimizin önünde bir ağaç vardı,
Kırk kişi tuttum yondurdum.
Kırk kişi tuttum oydurdum,
Kırk kazan keşkekle kırk kazan yoğurdu içine doldurdum
Oturdum, yedim, dudaklarımın bile haberi olmadı...
Karşıya baktım:
Dere gibi hoşaflar,
Tepe gibi pilavlar,
Kolum gibi dolmalar,
Budum gibi sarmalar,
Ye yemez misin,
Hani de görmez misin?
Karnım davula döndü,
ağzımın bir şeyden haberi bile olmadı...
Birazını da eşeğe yükledim,
size getiriyordum.
Dereden geçerken kurbağalar:
"Vırak, vırak!.." deyince anladım ki:
"Bırak, bırak!.." diyorlar.
Neyse, orada yattık..
Sabah oldu, baktım çizmeler yok.
Oradan bunları aramaya gittim...
İğneyi diktim, bizi diktim, üstüne çıktım baktım:
Küçük bir meydanda çizmeler çift sürüyorlar.
Vardım, sineğin derisini attım,
büyük bir meydan belirdi.
Çifti elime aldım,
sürdüm ektim.
Bir ekin oldu ki, yatsam sakalımda,
dursam topuğum da,
ama adam yutuyor.
"Bunu nasıl biçeriz, nasıl biçeriz?.."
derken, öteden bir çakal geldi.
Orağı bu çakala bir attım.
Orağın sapı çakalın karnına girdi,
ağzı kaldı dışarda...
Çakal kaçtı, orak biçti,
çakal kaçtı, orak biçti...
Ekinin hepsi biçildi.
"Bunu neyle toplarız,
neyle toplarız?.."
derken, öteden bir kasırga koptu,
ekini topladı, harman etti.
Bunu bizim ihtiyar çil horoza sürdürdüm, savurdum.
Altmış okka bir yanına,
yetmiş okka bir yanına vurdum,
ben de çil horozun üstüne bindim,
sürdüm değirmene...
Değirmene yaklaşınca susadım.
Oradaki pınara indim.
Pınardan ağzım ile içtim gözüm istedi,
gözüm ile içtim kulağım istedi...
Kafamı kestim,
pınarın içine attım.
Oradan değirmene vardım.
Değirmenci:
"Hani kafan?" dedi.
"Pınara attım" dedim.
Değirmenci:
"Ama onu şimdi çakal yer!" dedi.
Oradan kalktım, geldim, baktım ki,
çakal kulağımın ucundan tutmuş...
Çakala bir yumruk attım,
yumruğum çakalın karnına girdi.
İçini karıştırdım,
"kusur, kusur" ediyor.
Çektim çıkardım:
Bir kâğıt. Okudum:
"Bir yanı yalan, bir yanı dolan..."
Aşağıdan birden:
"Tutun be, vurun bel" diye bir patırdı koptu.
"Eyvah, beni tutmaya geliyorlar!" dedim.
iki kalktım, Bir hopladım.
Seksen ayak merdiveni birden atladım.
Baktım, beş yüz atlı asker.
"Nereye gidiyorsunuz?" dedim.
"Silbasanoğlu Hasan'ı aramaya!" dediler.
Ben bundan bir şey anlamadım,
bir daha sordum.
Gene: "Silbasanoğlu Hasan'ı" dediler.
Neyse, katıldım ben de onlara, vardık Edirne'ye
Silbasanoğlu Hasan'ı tuttuk.
Meğer o da, bir pireymiş...
Bindim pireye, vardım Tire'ye,
Gel gelmez misin, yol bilmez misin?
Bu işlere sen gülmez misin?
Tuttum pirenin irisini,
Çadır yaptım derisini.
Altmış adam altında sığınmadık mı?
Tuttum pirenin eşini
Neler getirdi başıma:
On sekiz bin mandaya çektirdim leşini.
Tuttum pirenin ağını,
Çektim çıkardım yağını,
Doksan okka tartmadık mı?
Tuttum pirenin beyini.
Sırtına kurduk düğünü,
Altmış batman bağırsak yağını
Gidip pazarda satmadık mı?
Pireye vurdum palanı,
Altından çektim kolanı.
Dinleyin ağalar benim koca yalanı.
Pireye vurdum palanı,
Kırdı kaçtı kolanı.
Sen de beğendin mi benim düzdüğüm yalanı?
Ekleyen : nesli